1. İsim göz, (şiirde) çeşm, ayn.
    artificial/false eye: sun'î/takma göz.
    compound eye: petek göz.

    evil eye: kem göz, nazar.
    green eye: kıskanç göz.
    practised eye: alışkın göz.
    She has blue eyes: Gözleri mavidir.
  2. İsim bakış, nazar.
    He cast an eye in her direction: Onun tarafına baktı.
    My eyes fell upon an interesting
    article in the newspaper: Gazetede ilginç bir makale gözüme çarptı.
    Keep an eye on him: Ona gözkulak ol.
  3. İsim görüş, görme, görüş kabiliyeti, ince ayrıntıları seçme yeteneği.
    She has very good eyes. A good artist
    must have an eye for color.
  4. İsim gözetme, gözlem, nezaret.
    to be under the eye of a guard.
  5. İsim göze benzer şey: budak, ilik, iğne deliği vb.
    the eye of a needle. Her dress was fastened with hooks and eyes.
  6. İsim görüş, noktai nazar, fikir, mütalâa.
    in my eyes: bence, görüşüme göre.
    Beauty is in the eye of the beholder.
  7. İsim göz ve çevresi (gözkapakları vb.).
    give someone a black eye: (yumruk vurup) gözünü morartmak.

    The blow gave him a black eye: Yumruğu yeyince gözü morardı.
    black someone's eye: (a) gözünü morartmak, (b) itibarını/namusunu lekelemek.
  8. İsim nazar, muvacehe.
    in the eyes of the law: kanun nazarında/muvacehesinde, kanunen, yasaya göre.
  9. İsim odak, merkez.
    The eye of the revolution was on the island.
  10. İsim ilgi, arzu, niyet.
    have aneye for working: çalışmak arzusunda olmak.
  11. İsim, Meteoroloji kasırga veya siklonun merkezindeki sakin bölge.
  12. İsim, Denizcilik yön.
    eye of the wind: rüzgârın esme yönü.
    in the wind's eye: rüzgâra karşı.
  13. Fiil (dikkatle) bakmak, süzmek, gözünü üzerine dikmek, gözünü/bakışlarını ayırmamak,
    argo dikizlemek.

    to eye a pretty girl.
    eye narrowly: dikkatle süzmek.
  14. Fiil göz atmak, nazar atfetmek, (gözle) muayene etmek, gözden geçirmek.
    He sat there, curiously eyeing everything in the room.
  15. Fiil delmek, delik açmak.
    to eye a needle.
  16. Fiil göze görünmek, gözükmek, benzemek.
gözbebeği.
She is the apple of my eye: O benim gözbebeğimdir.
birinin dikkatini çekmek, gözüne çarpmak.
A notice in the paper caught his eye.
ortalıkta bir tehlike sezmek Fiil
dikkatini çekmek Fiil
gözüne ilişmek Fiil
gözüne takılmak Fiil
gözüne çarpmak Fiil
görgü tanığı İsim, Hukuk
kısas İsim, Din ve İnanç
(top oyunlarında) topu gözden kaçırmamak, topun doğrultusunu iyi kestirmek.
: acele göz gezdirmek, kısaca göz atmak.
glance through/over a document: bir belgeye şöyle bir
göz gezdirmek.
He glanced his eye over the titles of the articles.
menfaatlerini gözetmek Fiil
menfaatlerini gözetmek Fiil
sol gözünü kullanamaz olmak Fiil
(bir kimsenin) muhayyilesinde/hayalinde.
birine korkuyla bakmak Fiil
dürterek birinin gözünü çıkarmak.
birini göz ucuyla izlemek Fiil
başkasından önce davranmak, sırasını kapmak.
mutabakat Tıp
canımın içi İsim
gözümün nuru İsim
takma göz
göz göze gelmemeye çalışmak Fiil
morarmış göz: darbe, yara, bere vb.'den dolayı göz etrafındaki derinin morarması. İsim
(a) utanç, yüz karası.
These slums are a black eye to our town: Bu gecekondular şehrimizin yüz
karasıdır. (b) şerefsizlik, itibar ve haysiyete sürülen leke.
Your behavior will give the family a black eye: Gidişatın ailenin şerefine leke sürecek.
İsim
nişan tahtasının ortası İsim
hedef merkezi
eleştirel bir gözle bakmak Fiil
uzman gözüyle bakmak Fiil
göz göze gelmeye çalışarak dikkatini çekmek Fiil
göz almak Fiil
(Br) konuşmacının dikkatini çekmek Fiil
kedi gözü
yol kenarlarındaki ışıklı işaret direkleri İsim
(arabada) stop lambası İsim
gözünü küllemek, aldatmak, faka bastırmak.
kulağa/göze hoş gelen, hoş, güzel.
yakışıklı
photoelectric cell.
kem göz, kötü göz, (fena) nazar, nazar değdiren bakış.
evil-eyed: kem gözlü, kötü gözlü. İsim
siste görünen güneş
halkın gözüne girmek Fiil
(birine) hayran hayran/davetkârane bakmak.
göz süzmek Fiil
göz etme/kırpma, gözle işaret etme.
to get/give a glad eye: göz etmek, göz kırpmak.
cam/takma göz. İsim
açık renk göz. İsim
patlakgöz
(Selar crumenophthalmus): Atlas Okyanusunun tropik sularında yaşayan çıkık gözlü bir balık. İsim
asıl meseleye dönmek, en önemli konuyu ele almak,
argo bam teline basmak.
kopça. İsim
benim gözümde
bir anda Zarf
göz açıp kapayıncaya kadar Zarf
(gazetelerde, dergilerde vb.) sık sık adı geçen, kendisinden sık sık bahsedilen.
be in the public
eye: halkın gözünde olmak/diline düşmek.
She is very much in the public eye since her record-breaking swim.
bir lahzada Zarf
rüzgâra/ fırtınaya karşı.
göz tembelliği İsim, Tıp
göze batmak Fiil
(birinin) gözüne/gözünün içine bakmak.
Look me in the eye and tell the truth!
biri hakkında hükmünü vermek Fiil
görünür olmak Fiil
dikkat et! dikkatli ol! gözünü aç!
muhayyile, hayal gücü. İsim
göründüğünden başka türlü, göründüğü gibi/kadar … değil.
Sewing looks quite simple, but there's more
in it than meets the eye.
iyi şanslar (kadeh kaldırırken
umursamamak Fiil
şaşırmamak Fiil
utanmamak Fiil
gözünü bile kırpmamak Fiil
göz zevkini bozmak Fiil
sarı papatya
sığır gözü
zerrinkadeh İsim, Botanik
kozalak-göz: soğukkanlı omurgalılarda göze benzer bir oluşum.
özel detektif. İsim
göz protezi İsim, Tıp
protez göz İsim, Tıp
takma göz İsim, Tıp
gözbebeği
göz bebeği İsim, Anatomi
kırmızı göz İsim, Fotoğrafçılık
göze rahatlık
halkalı /halka başlı vida, vidalı halka. İsim
uyku
uyku
göze yumruk yeme
göze sıçramak Fiil
göz kararı
kandamlası İsim, Botanik
gözünün bebeği
paslaşmak (argo) Fiil
alışkın göz.
başkanın gözüne girmeye çalışmak Fiil
(a) hava değişikliğini çabuk sezme kabiliyeti, (b) durum değişikliklerine karşı hassasiyet.
keep one's/a
weather eye open (for): gözünü açmak, göz-kulak olmak, (bir tehlikeye/felakete) hazır olmak.
uzman göz üyle
açıkça, apaşikâr, besbelli, gözü kapalı (olarak bile), dikkat etmeden bile.
You can see with half
an eye that he and his wife are unhappy together.
çıplak gözle
(yardımcı alet olmadan) çıplak gözle
çıplak gözle, gözlüksüz, dürbünsüz, teleskopsuz.
You can't see many stars with the naked eye.
gözlü akik: kesilip parlatılınca göze benzeyen akik taşı. İsim
göz bankası: gözü kusurlu olanlara takılmak üzere yeni ölenlerden çıkarılan gözlerin saklandığı yer. İsim
göz banyosu İsim
çapak İsim, Oftalmoloji
göz ziyafeti İsim
göze hoş gelen şey İsim
göz teması İsim
sözcül-yazı, taklit imlâ: sözcükleri telâffuz edildikleri gibi yazma. Örneğin
says yerine

sez
,

women yerine

wimmin
gibi. Çok defa konuşanın cahilliğini belirtir.
İsim
göz doktoru İsim, Oftalmoloji
göz damlası. İsim
gözlük
göz hastanesi İsim, Tıp
gözde sulanma İsim, Tıp
göz merceği: dürbün vb.'de göze yakın olan mercek. İsim
göz hizası İsim
göz doktoru İsim, Oftalmoloji
sürme
cıvata deliği
iğne deliği
göz yorgunluğu
sight1 (35). İsim
görsel uyak, görünür kafiye, çıkardıkları ses değil de görünüşleri benzeyen sözcüklerin uyumu.
rimel, göz boyası. İsim
göz çukuru/yuvası. İsim
ilmik bağı. İsim
görgü tanığı
göz kurdu
(Filaria loa): takriben 12 mm uzunluğunda beyazımsı renkte yuvarlak kurt. Afrikanın
bazı bölgelerinde bulunur ve göz kapaklarında iltihaplı bir hastalığa sebep olur.
İsim
Kısasa kısas, dişe diş, kana kan, (intikam maksadıyla) aynen mukabele.
göz hizasında
kuş bakışı
kuş bakışı görünüş
yukarıdan
ayrıntılara dikkat etmeden genel bakış
kuşbakışı
göz gezdirmek Fiil
birşeyde hızlıca göz gezdirmek Fiil
birşeye göz atmak Fiil
-e göz gezdirmek.
cast down one's eyes: yere bakmak.
birşeye göz atmak Fiil
birşeyde hızlıca göz gezdirmek Fiil
reflektör
(bir şeyi) küçük yaşta/çok erken öğrenmek, tecrübe ile/yaparak öğrenmek.
He cut his eye teeth as a
carpenter: Marangozluğu küçük yaşta öğrendi.
nazarlık İsim
nazar boncuğu İsim
nazar kem gözlü
bir şeye bakmak/göz-kulak olmak.
(US) borsada iyi tanınmak Fiil
kıyak iş kokusu almak Fiil
bir şeye sadece bir yönden bakmak Fiil
(bir şeyin) iyisini seçebilmek, (birşeyden) anlamak, (bir şeyi) iyi bilmek.
She has an eye for a good painting.
...'den iyi anlamak Fiil
...'den anlamak Fiil
peylemek Fiil
gözü …'den başkasını görmemek, -i gözüne kestirmek, -den başkası ile ilgilenmemek.
(birşeyi) gözünden ayırmamak, gözkulak olmak, dikkat etmek, niyetinde olmak, aklı fikri … de olmak.
have
an eye on/to the main chance: (şahsî) çıkarını gözetmek, kârın nereden geleceğini bilmek.
Since she left the school, she's had an eye to marriage: Okulu terkettiğinden beri aklı fikri evlenmede.
göz kulak olmak Fiil
gözkulak olmak, mukayyet olmak, gözünden ayırmamak.
Please keep an eye on the baby for me.
göz kulak olmak, arasıra bakmak, mukayyet olmak.
keep an eye on the children while I am away. Fiil
gözünden kaçırmamak, gözünü açmak, gözünü üzerinden ayırmamak, uyanık/müteyakkız bulunmak.
gözünden kaçırmamak, gözünü açmak, gözünü üzerinden ayırmamak, uyanık/müteyakkız bulunmak.
göz teması kurmak Fiil
göze çarpmak, kulağına gelmek.
Yok canım! Hadi hadi! İnanmam! Kime yutturuyor(sun)!
Tired, my eye! She's just lazy! A diamond, my eye! That's glass!
… için hayal kırıklığı, üzülecek şey.
If she wins the case, it'll be one in the eye for George; he hates women lawyers.
hızlı göz hareketi İsim, Psikoloji
göz atmak Fiil
aynı fikirde olmak, her hususta anlaşmak.
tamamıyla aynı fikirde olmak, anlaşmak, uyuşmak, mutabık olmak.
He and his brother see eye to eye.
körler için özel yetiştirilmiş köpek.
tekli dürbün
...'i görmezden gelmek Fiil
...'i görmezlikten gelmek Fiil
gözönünde tutarak, hesaba katarak, düşünerek, makdsadıyla, amaciyle.
with an eye to one's future/one's own interest.
nazar değdirmek İsim