1. üzüntü, elem, keder, gam, hüzün, matem.
    to be sorrow striken: üzüntüye garkolmak.
    the joys
    and sorrows of life: hayatın sevinç ve üzüntüleri.
    sorrow at the death of a friend: bir arkadaşın ölümünden duyulan üzüntü/matem.
  2. üzüntü kaynağı, üzücü/keder verici şey/olay.
    His son has been a sorrow to him: Oğlu ona üzüntü kaynağı oldu.
  3. nedamet, pişmanlık, esef.
    He expressed his sorrow over what he had done: Yaptığına pişman olduğunu
    bildirdi.
    I saw to my sorrow: esefle/üzülerek gördüm ki.
  4. üzülmek, kederlenmek, elem/hüzün duymak, esef etmek, matem tutmak.
kahır
birinin acısına katılmak Fiil
çok üzüldüğünü göstermek Fiil
çok üzülmüş görünmek Fiil
bir şeyden dolayı yakınıp durmak Fiil
acımak Fiil