1. Fiil gerekmek, icabetmek, lâzım gelmek.
    It behooves the court to weigh evidence impartially: Mahkemenin
    delilleri tarafsız olarak değerlendirmesi gerekir.
    It behooves you to work harder if you want to succeed here.
  2. Fiil değmek, yarar/fayda sağlamak, yararı/faydası olmak.
    It would behoove you to be nice to her, because
    she could do a lot for you: Ona karşı iyi davranmanızda yarar vardır, çünkü onun size çok yardımı dokunabilir.
  3. Fiil yakışmak, yaraşmak, yakışık almak, uygun/münasip olmak.
    a quality that behooves in a scholar:
    bir bilgine yakışan nitelik.
    It behooves that I be silent: Susmam uygun olur.