1. (bir kuluçka döneminde yumurtadan çıkan) civcivler, kuş yavruları.
  2. çocuklar, evlâtlar, zürriyet.
  3. tür, cins, nevi.
    The museum exhibited a brood of modern paintings: Müzede çağdaş resim türleri sergilendi.
  4. kuluçkaya yat(ır)mak.
  5. (kuş) kanat germek, civcivlerini kanadının altına alıp korumak.
  6. (derin derin) düşünmek, düşünceye dalmak, arpacı kumrusu gibi/kara kara düşünmek, aklı fikri bir meseleye
    takılıp kalmak, aklından çıkaramamak.
    He brooded the problem.
    Don't just sit there brooding, do something! Öyle kara kara düşünüp durma, birşeyler yap!
  7. damızlık, cins.
    a brood hen: cins tavuk.
    brood mare: cins/damızlık kısrak.
üstünü kaplamak, havasını doldurmak, bürümek, heyulâ gibi çökmek, hâkim/musallat olmak, eksik olmamak.

Hate brooded over the town: Kasabayı kin/nefret bürüdü.
A thundercloud had been brooding over the hills all afternoon. Trouble seems to be brooding over his family.
kurmak, kuruntu yapmak, dertlenmek.